DAllAbonA


dallabona
DAllAbonA

Serinin ilk yazısını okumadıysanız sizi şöyle alalım: DAllAbonA

Ve İşte Yine.. Uyuyorum...

Ne filmdi o öyle ya hah Donnie Darko.. bir de Karanlık Yolculuk diye çevirmesinler mi yuh diyorum. Birisi bana izah edebilir mi neresi karanlık? Neresi yolculuk acaba? Hayır, o zaman Jerry Maguire'i ne diye çevirecekler ben onu çok merak ediyorum! Sonunda biraz sesli düşünmüş olmalıyım.. Ahmet oradan atlamasın mı?.. ''Yeni bir başlangıç onun adı da hacı.'' vay arkadaş sanırsın Kopernik! ''Ya Ahmet seni seviyorum ama mümkünse bundan sonra film tavsiye etme aslan.''
''Tamam oğlum öyle diyorsan.''

''Pekala gençler madem Neco beni böyle bir günde ekti bundan böyle tavrımı koyarım a.q. sizden de aynı şeyi yapmanızı istiyorum. Ne de olsa hepimiz biriz öyle değil mi?'' Bilal, ''Haklısın kardeşim. Bugün senin günün hem ne diyorsan altına imzamızı atarız ayrıca, bugün sana yarın bize.'' demişti ki Ahmet az önceki atarlanmam sonrasında az tripli bir şekilde ''O da bizim arkadaşımız ama hacı sizin aranızda olan bir şey.'' diye mırıldanmaya başladı. Sessiz sessiz de söylüyor ki pezevenk tekrar tekrar soracaz o da tekrar tekrar yine sessiz söyleyecek haz alıyor bundan a.q. sanki o izlediği filmler beyninde aynı anda sahne alıyorlar ve bizim Ahmet de bildiğin aktör.. ''Yüksek sesle konuşsana! Ne çemkiriyon? Adam gibi söylesene şu düşünceni oğlum karşında Eflatun yok senin!''

Sıkıcı bir film, sıkıcı bir konuşma ve bütün gün en kral arkadaşım Neco'nun yanımda olmayışı iyice daralmıştım. ''Hadi evlere dağılalım.'' Ahmet, ''Salıncağa gitmiyor muyuz bu akşam?''
''Yok oğlum sana salıncak malıncak giderayak canımı sıktın benim. Hadi bakalım ben gittim.''

Bizimkilerin yanından ayrılıp eve doğru ilerlerken Neco'ların evinin oradan bir takım sesler geliyordu, sanki yaklaştıkça bu daha çok babası ve Neco birbirlerine giriyorlar gibiydi. Şaka şaka Neco'nun kilosu neydi ki babasına çemkirecek? Elo ağabey onu dümdüz ederdi valla. Neyse ki gittim korkusuzca kapıya vurdum Neco'nun annesi Nurdan hanım teyzeciğim ''Kim o?'' diye sesleniverdi.. ''Benim ben TAlAt!''

''Aa TAlAt da kim be? Elgin. Elginnn. Kapıda TAlAt diye biri var. Sanki kırk yıllık tanıdığımmış gibi 'Benim ben TAlAt' diye seslendi ne yapacağımı bilemedim sen bak bakalım şu kapıya.''
Sesleri elbet duyabiliyordum. Kafamdaki tek düşünce Elgin ağabeye kapıyı açtığı zaman ne diyeceğimdi. TAlAt kimdi? Neden öyle söylemiştim? Aslında hiç bilmiyorum. Sadece kanım, canım olan Neco'ya bu denli bağırmasını istemiyordum ve bir şeyler yapmam gerekliydi..

Ve beklenen an geldi Elgin ağabey kapıyı açtığı gibi o devasa cüssesiyle adeta üstüme çullanacak gibiydi ve burnundan duman çıkıyordu. Şaka şaka duman falan yoktu ama harbiden de üzerime çöküp beni nefessiz bırakana kadar boğacak sandım. Bu şekilde ölen bir insan var mıdır acaba? ''Ne var oğlum bu saatte evin yok mu senin? Hem bu TAlAt da kimin nesi? Neyin peşindesin sen küçük adam?'' Bana küçük adam denilmesinden nefret ediyorum. Bunu en son söyleyen kişiyi Sadabad viyadüğünden sallandırmıştım! Elgin ağabeyi boyuna posuna bakmadan oracıkta pataklayasım geldi ama gel gör ki bugün benim doğum günüm ve elimi kana bulamak gibi bir niyetim yoktu. ''Efendim ben TAlAt ağabeyin selamını getirmiştim. Nurdan hanım teyzeciğime de onu söyleyecekken size sesleniverdi ve lafım havada kaldı.''

Elgin ağabey yüzünde garip bir ifadeyle TAlAt ağabeyin kim olduğunu hatırlamaya çalıştığı sırada kapı aralığından içeriye doğru bir bakış attım. Neco orada dikilmiş ve yüzü karpuz gibi olmuş bir haldeydi. ''Neco naber ya? Kardeşim benim yoktun bütün gün.'' Neco'dan çıt çıkmıyordu belli ki durum vahimdi. Acaba bütün gün yanıma gelmeyişinin bu olanlarla ilgisi olabilir miydi? Neco ne haltlar karıştırıyorsun oğlum sen? Kafamdaki sorular ardı ardına sıralanırken bir kez daha Elgin ağabey engeline takılmıştım. ''Efe oğlum ben bu TAlAt ağabeyini çıkaramadım valla şu sıralarda işlerim biraz yoğun ve kafamda epey bir karışık. Bizim bu haytanın çevirdiği dümenler de cabası. Sen nereden tanıyorsun bu TAlAt'ı nerede gördün bakim?''

Aha sıçtığımın resmidir. Artık biri de çıkıp beni bu dertten kurtarsa ya! Tam o sırada hiç beklemediğim bir şekilde Neco kapıya doğru yaklaştı ''Baba boşu boşuna günahımı alıyorsun. Bak gördün mü TAlAt ağabey selam göndermiş. Neden? Çünkü benim iyi olup olmadığımı o da merak etmiş. Ben her şeyi TAlAt ağabeyin bana senin yapmam gerektiğini söylediğini söylediği için yapmıştım. Boş yere Efe'ye de sorup durma o da büyük ihtimal tanımıyordur TAlAt ağabeyi.''

Elgin ağabey sanırım hayatı boyunca böylesine bir Efe, Neco, TAlAt üçgeninin içerisine düşmemiş olacak ki iyice elden ayaktan kesilmiş bir şekilde ''Efe gel bakalım evladım bir içeri.'' dedi. Ve işte üçümüz saçma sapan bir konuşmaya başlamak üzereyiz. DAllAbonA!

Yine Yüzümde Saçma Sapan Bir Tebessümle Uyanıyorum...

Evet yine kocaman bir yapılacaklar listemle birlikte yataktan bedenimi zar zor çıkarabiliyorum. Üşengeçliği seviyorum. Ayaküstü bir akşam atıştırmasından sonra kendimi yine yollara salıveriyorum.

İhsan'a ulaşıp durumu izah etmeli ve bir an evvel yanıma taşınmasını sağlamalıyım. Epeyce bir yürüdükten sonra İhsan'ın kapısına geldiğimde içimde bir soğukluk hissettim. Sanki kötü bir şeyler olacakmış gibi bir his oluşuverdi birdenbire. Kapının ziline bastım. Ses seda yoktu. Daha sonra kapıya vurmaya başladım yine aynı. İhsanların evinin genişçe bir arka bahçesi vardı. Havanın güzel olduğundan acaba arkadaki pencerelerden birinin açık oma ihtimali var mıdır diye düşünüp bahçeye dalıverdim. Ve evet pencerelerden biri açıktı. ''İhsan ne salak adamsın kardeşim ya. Ya bir hırsız olsaydı şu an yerimde?'' Hem bu şekilde söylenip hem de ''İyi ki açık bir cam bırakmış, başına bir iş gelse eve giremeyeceğiz aferin la İhsan'' diyerek evin içinde yoluma devam ediyordum. Garip ama İhsan'ı odaların hiçbirinde bulamadım. Ve içimdeki o garip hisler tekrar su yüzüne çıkmış tavan yapmış durumdaydı. Sadece tek bir yer kalmıştı o da banyo.

Allah'ım inşallah başına bir iş gelmemiştir. İnşallah kendine kötü bir şey yapmamıştır diye dua ederek son kapıyı da araladığımda İhsan'ı yerde yüzüstü yatar bir pozisyonda buldum. Belli ki kısa bir süre önce istifra etmiş ağzı, yüzü de iyi durumda değildi. Allah'ım böyle bir korku yok! Havanın böylesine güzel olduğu bir akşam da buz tutmuş o soğuk bedenini nasıl da kucakladım ettim doğru evden çıkarttığım gibi çevirdiğim ilk taksiyle hastaneye doğru yola koyulduk. Yaşıyordu, nefes alıyordu ya o yeter benim için. Yol boyunca onunla konuşmaya çalıştım. O hiç iyi durumda olmasa da filmlerden gördüğüm, bildiğim kadarıyla bu tip durumlarda hasta ile sürekli konuşup onun uyanık kalmasını sağlamak iyiymiş. Bu ne kadar doğru hiç ama hiç bilmiyorum ya. Acaba bu hastalıklar kimler için varlar? Neyse ki hastaneye gelmiştik ve artık onu hekimlere emanet edip bekleme anına geçmiştim. Sanırım ben de fenalaştım, epeyce bir kasılmıştım ki bana da sakinleştirici iğne vurdular ve bir zaman sonra yavaş yavaş iğnenin de etkisiyle uyku moduna geçiyordum.

Alper Sağlam
Kurgu Hikaye ve Bir Roman İçin Ağıt

To be continued...